“En karanlık saatte maskeler düşer, gerçek yüzler ortaya çıkar.”
Gecenin en karanlık saatinde maskeler düşer. Bir zamanlar aynı sofrada oturup aynı ekmeği bölenlerin, sabah olunca hangi renge bürüneceğini artık biliyoruz. Dün omuz omuza duranların, bugün hangi karanlık mahfillerin emir eri olduklarını görmek için çok uzağa bakmaya gerek yok.
Kökü karanlıkta, meyvesi zehirli olan ağacın gölgesinde büyüyenler… Bugün bir vakıf, yarın bir dernek, ertesi gün bir şirket kılığına bürünüyorlar. Dün dost, bugün hain, yarın bir başka renk. Dahası yalnızca bu yapılarla sınırlı değiller; renkten renge girenler, her partide suret bulanlar, adı değişiyor, şekli değişiyor ama öz aynı. Karanlığın tohumu, hangi isme ya da hangi kılığa bürünürse bürünsün, ışığın karşısında eriyip gidecek. Çünkü hiçbir sahte dava, hakikatin güneşiyle hesaplaşamaz.
Bir Kıssadan Hisse
Bir köylü, yıllar boyunca evinin önündeki taşın altında saklanan akrebin farkına varmaz. O akrep her gün biraz daha büyür, biraz daha güçlenir. Köylü, taşın altında sadece sıradan bir böcek olduğunu sanır. Ta ki bir gün ayağına sokup bütün bedenini felce uğratana kadar… O zaman anlar ki; ihmal edilen küçük bir gölge, gün gelir en büyük felaketi doğurur.
Biz de yıllarca öyle olmadık mı? Eğitim adıyla, yardım adıyla, hizmet adıyla karşımıza çıkanların aslında hangi gölgeden beslendiğini geç fark etmedik mi?
Mistik bir hakikat vardır. Her karanlığın gölgesinde bir fısıltı dolaşır. O fısıltı bazen devleti içeriden kemirir, bazen toplumu bölmeye çalışır. Dün “dost” dediklerimizin aslında nasıl bir sızma sürüngen olduğunu öğrendik. Ama asıl tehlike şudur; bugün aynı gölge, farklı bir isimle yeniden sahneye çıkabilir.
Bugün hâlâ aynı oyunlar sahnede. Kimisi “ekonomi” diye konuşuyor, kimisi “özgürlük” maskesi takıyor. Oysa hepsi aynı karanlık kuyunun farklı yılanları. Bir gün FETÖ, bir gün başka bir kılıf. İsim değişiyor ama niyet aynı; devleti ele geçirmek, milleti esir etmek.
Unutmayalım; Tarih bize defalarca gösterdi ki; ihanet içeriden geldiğinde daha yıkıcıdır. Dışarıdaki düşman kapıda beklerken, içerideki hain sofranda oturur, ekmeğini bölüşür, güvenini sömürür. Ve millet, gaflet uykusuna daldığında o hain en güçlü anını yakalar. Bu yüzden uyanık kalmak, yalnızca bir tercih değil; varoluşun şartıdır.
Ve biz, o ışığı yakan elleri hiç unutmadan yürüyeceğiz. Çünkü biliriz ki; gece en karanlık olduğunda, şafak en yakındır.
Şimdi size soruyorum:
Yanınızda oturanın gölgesi kime ait? Aynı sofrada ekmeğinizi böldüğünüzün kökü nerede, meyvesi ne? Ve siz, gecenin en karanlık saatinde hangi yüzün maskesini düşmüş göreceksiniz?
Belki de asıl korku şurada gizli: “Sandığınız dost, aslında karanlığın adamı olabilir.”
Ve biz biliriz ki; ihanetin karanlığı ne kadar büyürse büyüsün, milletin ışığı onu dağlayarak yok edecektir.
Yorumlar