Hakikat gecikir, ama asla gelmezlik etmez. Bugün susturulan çığlıkların, yarın devletin hafızasında yankılanmayacağını sananlar büyük bir yanılgının içindedir. Çünkü zaman bazen toz serper, bazen izleri siler gibi yapar; ama “devletin hafızası unutmaz, zaman sadece izleri siler gibi yapar.”
Bugün makam ve mevki hırsıyla hakikatin üstüne örtü çekenler, yarın kendi kurdukları gölgelerin içinde boğulacaklardır. Bir milletin kaderini çoğu zaman kalem tutan eller değil; görünmez eller yazar. İşte bu görünmez eller, kimi zaman suskunluğun, kimi zaman rızanın, kimi zaman da korkunun mürekkebiyle satırlar düşer.
Ama unutulan bir şey var. Hakikat kendi defterini kendisi yazar. Yalanla kurulmuş her düzen, er ya da geç kendi ağırlığıyla çöker. Çünkü tarih göstermiştir ki, hiçbir imparatorluk, hiçbir saltanat, hakikatin terazisinden kaçamamıştır.
Ahmet Yesevi’nin asırlar öncesinden yaptığı uyarı, bugünün çürümüş düzenini tarif eder gibidir:
“Ahir zaman şeyhi düzeltir dış görünüşünü,
Zühd ve takva kılmayıp bozar iç âlemini.
Keramet der gaflet uykusunda gördüklerini,
Riya ile halka kendini satar dostlar.”
Bugün hâlâ hakikati eğip bükerek halkın vicdanını uyutanlar, yarın kendi riya düzenlerinin esiri olacaklardır. Çünkü dış görünüşle inşa edilen her sahte otorite, iç âlemi çürümüş bir binadan farksızdır; ayakta durur gibi görünse de, en küçük sarsıntıda çöker.
Bugün hakikate sırt çevirenler, yarın vicdanın terazisinde en ağır yükü taşıyacaklardır. Çünkü zulmün defterinde sadece zalimin adı yazmaz; susanların, rıza gösterenlerin ve görmezden gelenlerin isimleri de vardır.
Ziya Paşa’nın sözleri de, dostluğu ve sadakati makam uğruna feda edenlerin gerçek yüzünü açığa çıkarır;
“İkbâl için ahbabı siyayet yeni çıktı,
Bilmez idik evvel bu dirayet yeni çıktı.”
Dün dost bildiklerini menfaat için harcayanlar, bugün kendi ikballerini kurtardıklarını sansalar da, aslında milletin kuyusunu derinleştirmekten başka bir şey yapmamaktadırlar. Tarih göstermiştir ki, ikbal uğruna kurulan her köprü en önce sahibinin ayağının altında yıkılır.
Asıl soru şudur;
Hakikat kapıyı çaldığında, hangi yüzlerle karşılaşacak? Kör fenerlerin ardında sürüklenenler mi, yoksa karanlığı yaran o az sayıdaki ışık taşıyanlar mı?
Unutmayın, hakikatin gelişi sessiz değildir. O gün geldiğinde yalanın dili susar, kör fenerlerin camı tuzla buz olur. Ve unutmayın, hakikat er geç perdeyi yırtar; o an geldiğinde asıl soru şudur: Kim hakikate bakacak cesareti bulacak, kim gözlerini kaçırıp karanlığa sığınacak?
Yorumlar